IRK
Aşağıdaki bilimsel makale, 18. Yüzyıl Avrupa düşünürlerini ırkçılıkta bugün aşacak denli kara cehalete gelsin. Sosyo-kültürel, etnik özellikleri Türk ırkı, Yunan ırkı, Slav ırkı… diye ayırmaya çalışan bu cehalettir.
Irk, bilimsel açıdan onaylanmış biyolojik bir kavram değil. İnsanları dış görünüşlerine göre ırklara ayırıyor olmamız da büyük bir yanılgı. Yapılan araştırmalarda, hiçbir ırk içinde tüm bireylerde ortak olan ve onları diğer insanlardan ayıran tek bir gene bile rastlanmadı. Aksine DNA araştırmaları gösteriyor ki; bazı özel durumlar haricinde tüm insanlar genetik olarak aynı özelliklere sahip. Hatta evrimsel açıdan bakıldığında hepimiz Afrikalıyız. Öyleyse neden böyle bir kavrama sahibiz?
Bunun iki nedeni var; birincisi yanlış bir varsayım, ikincisi de tamamen ekonomik, 18. Yüzyıl’ın ortalarında Avrupalı doğa bilimciler farklı görünüşteki insanları coğrafi anlamda gruplandırmaya başladılar. David Hume ve Immanuel Kant gibi bazı filozoflar da insanların bu fiziksel çeşitliliğinden etkilendi. Onlara göre aşırı sıcak ve soğuk iklimler, insanların gerçek potansiyelini azaltıyor, beyaz ırkı türünün en iyi örneği haline getiriyordu. Kant da benzer şeyler düşünerek kariyeri boyunca insan çeşitliliğine yoğunlaştı ve bu konuda birçok deneme yayınladı. Bu coğrafi gruplandırmaları ırk olarak yorumlayan ilk insan oydu. Kant ten rengi, saç yapısı veya kafatası şekli gibi fiziksel farklara ahlak kapasitesi, kendini geliştirebilme ve medeniyet gibi faktörleri de ekleyerek ırkları karakterize etmişti. Gruplandırdığı dört farklı ırkı hiyerarşik olarak da ayırarak Avrupa insanını en tepeye yerleştirdi. Kant saygı duyulan bir filozof olduğundan fikirleri 19. Yüzyıl’da geniş kitleler tarafından kabul gördü.
18. ve 19. Yüzyıllarda ırkçılığın rağbet görmesinin bir diğer baskın nedeni de ekonomiydi, çünkü Atlantik ötesinden gelen kölelerin ticareti, Avrupa’da ekonomik büyümenin ardındaki başlıca unsurlardan birine dönüştü. Köle ticareti desteklendi ve özellikle Afrikalılar’ın beyaz ırka hizmet etmek için doğduğuna inanılmaya başlandı. Böylece ten rengi ırksal farkların eb belirgin göstergesi haline geldi. Hatta ahlak, karakter ve medeniyet kurma becerisi konusunda da ten rengi ayırımına gidilmeye başlandı. Ardından bilim insanları da ırkları biyolojik olarak sınıflandırmaya adandılar ve neticede öjenik (genetik olarak insan ırkının ıslahı) ve ari ırk gibi kavramlar doğdu. Nina Jablonski’ye göre, Sosyal Darwinizm’in yükselişi de bu duruşu destekleyen faktörlerden biri haline geldi. Beyaz ırkı bilimsel anlamda doğal nizamın üstün ırkı sayan ırkçı bilim insanları, tüm insanların aslında göçler ve binlerce yıl boyunca süregelen bir iç içe geçmenin karmaşık genetik ürünleri olduklarını biliyor ama kabul etmiyorlardı.
Ancak 1960’larda dünyanın her yerinde birçok bilim insanı fiziksel ve genetik çeşitlilikler üzerinde çalışmaya başladı. Çok geçmeden ırkların bilimsel olarak tanımlanamayacağını açıklayarak tüm ski çalışmaların geçersiz olduğunu duyurdular. Ama bilimsel anlamda yaşanan büyük değişime rağmen renk temelli hiyerarşi toplumlara öyle bir hakim olmuştu ki ana akım kültürden silinip atılması pek kolay olmadı. Jablonski; “ırk konusu bilimsel anlamda geceliğini yitirse de maalesef bir kavram olarak kalmaya devam etti. Günümüzde hala insanlar kendilerini belli bir ırka ait görmeye devam ediyorlar. Oysa böyle bir şeyin olmadığı defalarca ispatlandı. Artık ırkları sosyal gruplar olarak görmeye başladık. Dolayısıyla bu kavram git gide daha da karmaşıklaşmaya, bir yandan da etnik kökenleri ifade etmeye başladı.” diyor. Ona göre artık bu kavramı hayatımızdan tamamen silmeliyiz. Çünkü uzmanlar, gözlemlenebilen kalıpları “Beyaz”, “Siyah”, “Afrika kökenli Amerikalı” ya da “Asyalı” gibi kategorilere ayırıp haritalamaya ve hastalıkları ırksal çerçevede ele almaya devam ediyorlar. Jablonski, “birçok hastalık benzer çevresel koşullar nedeniyle neredeyse tüm ırklarda aynı sonuçları doğuruyor” diyor; “hastalıların dağılımı ve yayılımını inceleyen epidemiyoloji araştırmalarında ırksal faktörler savunulup kullanımı teşvik ediliyor. Maalesef birçok vakada elde sonuçlar bu nedenle bilimsel bir karmaşaya sebep olup sınıf eşitsizliği yaratıyor ve etnik farkları öne çıkarıyor. Son zamanlarda da genom araştırmaları ve biyomedikal süreçlerde rol oynamaya başladı. İnsanların tıp bilimine ve onun sınıflandırmalarına saygı duyuyor olması nedeniyle ırk kavramı modern düşünceye yenilenmiş bir özgüvenle geri dönmüş oldu.”
Söz konusu fiziksel görünüm olduğunda ırk ayrımı konusunda bizleri yanıltan üç faktör var; ten rengi, burun şekli ve kafatası yapısı. Bilim insanları ten renginin ırkla değil, güneşin mor ötesi ışınlarına ne derece maruz kaldığımızla alakalı olup bu değişimin genlerimize işlendiğini buldular. Burun şeklinin de ırksal bir varyasyon olduğu söyleniyor ama tek bir ırk olarak görülen Asya’da bile doğuyla batı arasında çok büyük farklar var. Diğer bir taraftan yapılan araştırmalar Almanlar’ın burun şeklinin, kendileriyle aynı ırktan sayılan Norveçliler’inkine değil, Araplar’ınkine benzediğini gösterdi. Kafatası yapısı ise kesinlikle coğrafi koşullarla veya ırkla alakalı değil. Örneğin Kuzey İngiltere’de ve Afrika’da yaşayan insanların kafatası yapıları arasında çok belirgin bir fark olmadığı anlaşıldı.
Peki insan çeşitliliğini ifade edecek yeni sözcükler yaratıp bu adaletsizliğe son vermeye hazır mıyız? Ünlü antropolog Alan Goodman, bilimsel anlamda çok daha pratik bir yöntem kullanabileceğimizi düşünüyor; niteliği soruna göre bir bilimsel yaklaşımla belirlemek. Örneğin, belli bir kan grubunu hedef alan bir risk faktörü varsa, sadece bu hususta geçerli olacak şekilde tüm bireyler kan gruplarına göre sınıflandırılmalı.
Nina Jablonski
Paleobiyolog ve Antropolog – Pensilvanya Eyalet Üniversitesi Ordinaryus Profesörü